Osmanlı Tarihi : II. Mahmut

Yeni padişah 23 yaşındaydı. Tarihe Sened-i İttifak denilen belgeyle geçecekti…

            Alemdar Mustafa Paşa, önce, Selim’in ölümüne neden olan bine yakın insanı idam ettirdi, cellatlara yol gösteren IV. Mustafa’nın 10 cariyesini de bir gece Kızkulesi’nde boğdurup denize attırdı. Sonra imparatorluğun bütün önemli ayanını İstanbul’a davet etti.

(*Ayan: İslami rejimler döneminde önemli kişileri tanımlamak için kullanılmıştır. İleri gelen demek.)

            Alemdar Mustafa Paşa, işte bu ayan ile birlikte merkezi yönetimin yüksek ricalininde hazır bulunduğu ve İmparatorluğun sorunlarının ele alındığı bir toplantı düzenledi. Toplantıya katılanlar Mustafa Paşa,nın sunduğu programı tartıştılar. “Sened-i İttifak” denilen bir sözleşme Ekim 1808’de imzalandı. Belgede hem padişah hem de ayan memleketi adalete uygun şekilde yöneteceklerine dair söz vermişlerdi. Vergiler devlet tarafından adil şekilde tahsil edilecekti. Islahatları ve yeni ordunun kurulmasını destekleyen Ayan, padişaha onun yönetimine bağlılıklarını bildirmiş ve onu isyanlar karşısında korumayı taahhüt etmişlerdi. Ama bunların hiçbiri gerçekleşemedi.


            Bu belge yanı sıra diğer önemli gelişme, Nizam-ı Cedid’in devamı olarak, Sekban-ı Cedid ocağının kurulmasıydı. Bütün bunlar 4 ay gibi kısa bir sürede olup bitmişti. Sened-i İttifak’ın imzalanmasından bir ay sonra Sekban ocaklarının kurulması üzerine yeniçeriler yine ayaklanmış, Alemdar Mustafa Paşa sığındığı cephaneliği havaya uçurarak intihar etmişti. Yeniçeriler ile uzlaşan II. Mahmut Sekban ocaklarını dağıttı ve tahtını korudu.

            Aslında II. Mahmut’un tahtta bırakılmasının tek nedeni, başka bir erkek halifenin bulunmamasıydı, Dolayısıyla boğazından ilmikle geziyordu ve saltanatının ilk on beş yılında oldukça tedbirliydi.

            Osmanlı’nın da kaderinin tayin edildiği Viyana  Kongresi 1815’te toplandı. Yeni dünya kuruluyor, eski tip çokuluslu devletler çözülüyordu.

            Kürtler de kendi tarihlerini yazıyorlardı.  Bu dönemden itibaren başlayan isyanlar zincirinin ilk halkası aslında daha önce patlak veren “Babanzade Abdurrahman Paşa” isyanıydı. Kürt tarihçileri, 1806 yılında meydana gelen bu isyanı, Babanzade Abdurrahman Paşa’nın, Bağdat valisi ile bağımsızlık için savaşa tutuşması olarak değerlendirir. Ardından, 1820 yıllarında Osmanlı hükümeti ile zazalar arasında vergi anlaşmazlığı baş göstermiş ve bu durum neticesinde de yer yer isyanlar çıkmıştı. Bunlar Rewanduz Ayaklanması, kayda değer olanlar arasında yer aldı.

            II. Mahmut saltanatının gündeminde Mısır bunalımı ve ıslahatlar vardı ve Mahmut’a bir hayırlı olay gerekiyordu.
           
            Eski tip çok uluslu devletler çözülürken, ulusal devletlerin beşiği Avrupa’ya yeni bir burjuva devrimleri dalgası vurmuştu. Kavalı bir Arnavut olan Mehmet Ali Paşa ise, merkezi otoritenin hissedilmediği kendi köşesinde, Mısır eyaletinde kapitalistleşmenin ve modernleşmenin deneyini ve keyfini yaşıyordu. Ve padişah II. Mahmut onu, hem dik kafalılığı yüzünden can düşmanı hem de başardığı reformlar yüzünden bir esin kaynağı olarak görüyordu. Mehmet Ali Paşa, öyle güçlenmişti ki, işi Osmanlı üzerine yürümeye kadar vardırdı.

            Aslında Padişah, yaptığı her reform ile amcası III. Selim ve rakibi Mehmet Ali Paşa gibi modern bir ordunun kurulması yoluyla merkezi devletin güçlendirilmesini amaçlıyordu. Yaptığı işin mantığı şöyleydi: Modern ordu için para, para için vergi, vergi toplamak için yetkin bir bürokrasi, bürokrasi için eğitim gerekliydi. Bu mantık doğrultusunda II. Mahmut yeni idari ve adli düzenlemeler yaratmalıydı.

            İngilizler istasyonlarda buharlı “tren kaldırırken”  bizdeki yeniçeriler hala reformlara “kazan kaldırıyordu” 1825 yılında İngilizler ilk buharlı trenle tanışmışlar kitle ulaşımında bir dönüm noktasına varmışlardı; II. Mahmut reformları bakımından bir dönüm noktasının adı “Vaka-i Hayriye” oldu.

            Padişah Mayıs 1826’da başka bir isim altında Nizam-ı Cedid ordusunu yeniden canlandırdı. Yeniçeriler saraya yürümek için toplandıklarında padişahın topçuları bunları katletti ve kışlalarını ateşe verdi. Yeniçeriler’in direnişi otuz dakika içinde kırılmıştı. İşte tarihe vaka-i Hayriye yani hayırlı olay adıyla geçen gelişmenin ardından 15. yüzyıldan beri yeniçeriler’le yakından ilişkisi olan Bektaşi tarikatı da resmen kapatıldı. Ama yaşamını gizli olarak sürdürdü. Hep ilerici sayılacak değiller ya, işte bu da aleviler’in bir kısmının gerici dönemi olsa gerekti.

            Ordu(yeniçeri)+Din(ulema)=iktidar. O güne dek bu formül yani ittifak halindeki yeni çeri(ordu) ve ulema faktörleri iktidar denklemini belirliyordu. Padişah, yeniçeriler’le birlikte güçlü ortağını yitiren ulema karşısında da yeni tedbirlere başvurdu. Dini vakıfların mülkünü ayrı bir Evkaf Müdürlüğü kurma yoluyla hükümetin denetimi altına aldı ve ulemayı başında şeyhülislam’ın olduğu hiyerarşik bir örgütlenmeye dönüştürdü. Böylece ordudaki gibi din kurumu üzerindeki denetimini de merkezileştirdi.

            “Ve mısır’da yapılan Osmanlı’da tekrarlandı, askerleri eğitmek üzere yabancı eğitimciler çağrıldı. Böylece Osmanlı ordusunda hemen hemen bir yüzyıl kadar sürecek Rusya (ve sonrada Alman) nüfuzu geleneği başladı. Mısır bunalımın hafiflediği sonraki yıllarda bürokrasiye de, düzenli aylık uygulaması gibi uygulamalar ile çekidüzen verildi. Sadrazama bağlı nazırlıklar kuruldu. Babıâli’de danışma meclisleri benzeri kurumlar oluştu. İçlerinde en önemlisi Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye idi. Bu meclis sonraki otuz yıldaki reform siyasetlerinde son derece önemli rol oynayacaktı.” (Sina Akşin- Siyasal Tarih)

            Mahmut yaşama tarzında esaslı değişiklikler yaptı. 1815’te Sarayı Topkapı’dan Dolmabahçe’ye taşıdı. Sakalını kısalttı ve Mısır tarzında setre pantol  giymeye, Avrupa hükümdarları gibi doğum günlerini kutlamaya, resimlerini devlet dairelerine astırmaya, elçiliklerde davetlere gitmeye, tebdil-i kıyafet etmeden şehir içi hatta yurtiçi inceleme gezilerine çıkmaya başladı. Hükümet toplantılarına katıldı, hükümet adamlarının karşısında oturmalarına müsaade etti. Fes, Tunus ve Cezayir’de giyilmekteydi ve Mısır tarafından benimsenmişti. Ama İstanbul’da Balkanlı bir kısım Hristiyanların başlığı olarak bildiği için, çok cüretli bir adım olurdu. 1828’de mansure’ye fes giydirilmesi kabul edildi. Bu arada kıyafet nizamnamesi çıkarıldı, fes setre pantolon istanbulin ulema dışında siviller için zorunlu hale getirildi.  Avrupa tarzında giyim kuşam ve traş özellikle padişaha yakın çevrelerde salgın halini aldı. Halkın muhtemelen önemli bir bölümü padişahı gavur padişah diye mimledi. Ama yeniçeriler olmadığı için hoşnutsuzluğunu ortaya çıkaramadı.
           
            İlk resmi gazete, yine bu dönemde Takvim-i Vakayi adıyla ve yine Mısırlıları taklit ederek yayımlandı. Askeri tıbbiye de yine önce Kahire’de sonra İstanbul’da 1827 yılında (Günümüzde tıp bayramı olarak kutlanan) 14 mart günün de kuruldu. Öğrenim Fransızcaydı. Batılılaşmaya çalışılıyordu.  İlk nüfus sayımı da daha fazla asker toplayabilmek için yapıldı. Modernleşmenin motoru olan Osmanlı ordusu, bu yıllarda Harbiye mektebine kavuştu.

            Babıali’de tercüme odası kuruldu. Bu dönemde, reformlarda söz sahibi Osmanlı devlet adamlarının çoğu meslek yaşamına “tercüme odası”nda çalışarak adım attı.

Baltalimanı, TC’nin tarihinde yarı sömürgeleşme sürecini 16 Ağustos 1838 günü başlatan antlaşmanın mekanıydı ve  Reşeit Paşa bu antlaşmaya imzayı basan şahıstı. Şark meselesi asıl bu imzayla anlamını buluyordu.
           
            Gerçi kapitülasyonlar daha önce de vardı, ama bu antlaşma ile İngiltere’ye ve kısa süre sonra Batı ülkelerine o güne değin kapitülasyon hukukunun sağladığının çok ötesinde olanaklar tanıyordu. İngiliz tüccarı ve onların adamları iç gümrüklerden muaf tutuluyordu. Oysa Osmanlı tüccarı gümrük resimlerini ödemeye devam ediyordu. İngilizler, diledikleri gibi iç ticarete girebileceklerdi. Üstelik Osmanlı tüccarı gümrük resimlerini ödemeye devam ediyordu. İngilizler, diledikleri gibi iç ticarette girebileceklerdi. Üstelik Osmanlıların belirli ürünlerde  tekel kurma hakkı da tamamen kaldırılıyordu. Bu Antlaşma, Osmanlı ülkesini açık Pazar durumuna düşürdüğü için  iktisadi iflas demekti; yarı sömürgeleşme sürecinin başlangıcıydı. İngiltere’den askeri yardım umarak, iktisadi bağımlılık kapısı açılmıştı bir kere. Üstüne üstlük İngiltere beklenen desteği de vermemişti. Ama, padişah yine de Nisan 1839’da Kuzey Suriye’deki Mısır güçlerine saldırmayı emredecek kadar güçlü olduğunu düşündü. Sonuç, 24 Haziran’da Nizip’te Osmanlı’nın açık yenilgisiydi.

            Sultan II. Mahmut’u içki ve kadın mı, ıslahatlar önündeki engellermi yoksa Kavalı Paşa mı verem etti bilinmez ama sultan Mahmut, Osmanlı’nın Nizip’te Mısırlılara yenildiği haberi İstanbul’a ulaşmadan  önce veremden öldü. Yerine 1839’dan 1861’e kadar saltanat edecek olan büyük oğlu Abdülmecit geçti…

Benzer Gönderiler