İyi bir Ermeni ve iyi bir solcuyumdur...
Bir Ermeni olarak hiç suç işlemedim ben bu ülkede, diye başladı anlatmaya. Hiç adam öldürmedim, dayak da atmadım, dayak da yemedim. 12 Eylül’de beni alıp götürdüler. İyi bir Ermeni ve iyi bir solcuyumdur. İkisi yan yana geldiğinde belasındır sen bu ülkede, aldılar götürdüler. Kışlada, tuvaletten bozma bir hücrede yarım saatte bir gelip marş söyletirlerdi. Ne oldu? Beni Türk mü yapabildiniz? Oysa biz çok güzel yaşıyorduk.
Hasta iki toplumuz biz, dedi. Türkler ve Ermeniler. Ermeniler, Türkler’e yönelik büyük bir travma yaşıyor; Türkler ise Ermeniler’e yönelik büyük bir paranoya. Kim tedavi edecek bizi? Kim bizim doktorumuz? Fransa senatosu mu? Amerika senatosu mu? Hiçbiri! Türkler ve Ermeniler’e birbirinden başka doktor, ilaç, reçete yok. Çözüm için tek yol diyalog. Diaspora Ermeniler’ine seslendi. Onlara, 1915’e takılıp kalmayın, dedi. Kendinizi dünyadaki insanların bu soykırımı kabul edip etmemesine zincirlemeyin. Bu tarihsel bir acı mıdır? Biz yaşadık. Anadolu’da bir laf vardır. Acıyı onurla sırtlayıp taşımak; yaygara yapmadan, patırtı yapmadan. Ama bir sorun, dedi Türkler’e: Ermeniler niye bu kadar ısrar ediyor soykırım konusunda? Ve sonra da Ermeniler’e: Türkler neden hayır, diyor yıllardır?
***
Her iki tarafın da birbirinin isyanında onur görebileceğine inanıyordu. Acısına, tarihine sahip çıkma birinde; soykırım gibi korkunç bir suçu işlemiş olmayı asla kabul edememe utancı diğerinde... İyileştiriciliğine yürekten inandığı reçeteye göre, konuşma ve birbirini anlama isteği sağlığına kavuşturacaktı iki toplumu da. Bunun içindi ki, yıllar sonra katillerinin çıkıp geleceği yere, Trabzon’a gitmiş ve yine yüreğindeki güvercinleri salıvermişti insanların üzerine. Bir Ermeni olarak hiç suç işlemedim ben bu ülkede, diye başladı anlatmaya. Hiç adam öldürmedim, dayak da atmadım, dayak da yemedim. 12 Eylül’de beni alıp götürdüler. İyi bir Ermeni ve iyi bir solcuyumdur. İkisi yan yana geldiğinde belasındır sen bu ülkede, aldılar götürdüler. Kışlada, tuvaletten bozma bir hücrede yarım saatte bir gelip marş söyletirlerdi. Ne oldu? Beni Türk mü yapabildiniz? Oysa biz çok güzel yaşıyorduk.
***
Kalan üç milyon nüfustuk bu topraklarda, cumhuriyete geçerken üç yüz bin kaldık. O üç yüz bini de ille bilmem ne yapacaklar diye, bu tarihe gelene kadar bu toprağın üzerinde ürettiğimiz hiçbir zenginliğin farkına varmadılar. Bitirdiler... Tükettiler... Birbirimize sadece Türk ya da Ermeni olarak baktığımız için olacağı buydu, diyordu yakınarak. Oysa, her zaman üzerinde durduğu şey basit ve netti. Farklılıklar zenginliğimiz, diyordu; ve o beraber yaşadığımız farklı kimlikleri aşağılamanın adının da ırkçılık olduğunu söylüyordu. Bütün mücadelesi, daha demokratik bir ülke, farklılıklarıyla daha zengin bir Anadolu’da yaşamak olsa da, onu Türklüğe hakaretten mahkûm ettiler. Dünyanın en büyük suçu olan ırkçılıkla itham edildi. Çok, hem de çok ağırdı bu.
***
Hrant Dink’in gündüz vakti, sokak ortasında öldürülüşünün üzerinden 6 yıl geçti. Cinayetten sonra, götürüldüğü karakolda kahramanlar gibi ağırlanan katil çocuk büyüdü, tosun oldu. Emniyet müdüründen valisine, örgüt bağlantısı yok deme yarışına girilen cinayetle ilgili, Yargıtay’ın “örgüt var” diyebilmesi için 6 yıl geçmesi gerekti. Geçen yıllar boyunca, bizi adalete götüreceğine karanlığa sürükleyecek ne varsa yapıldı. Görüntüler kayboldu, deliller imha edildi, hakkında soruşturma açılması gerekenler terfi etti. Bilinenler yalan, görünenler sır oldu. Kurduğu her cümlede, barış, eşitlik ve demokrasiden bahseden; Anadolu’ya sevdalı ve bu topraklara asıl değerini veren zenginliğin bir parçası olmaktan gururlu; katillerinin elinde yükselen aynı bayrağın altında doğmuş, büyümüş ve en katı düşmanlıkları bile yumuşatabilecek koca yürekli bir adamdı Hrant Dink.
6 yıl oldu, adalet hâlâ uykuda; ama onun halkların kardeşliğine olan inancı, bu konudaki ısrar ve cesareti dün olduğu gibi yine Anadolulu kardeşlerinde, emanette. Söylediği gibi, birbirimizden başka çaremiz yok. Ya hep beraber iyileşeceğiz, ya hep beraber öleceğiz.
Yazı: Birgün